Bir hayatımız var onun için


HAYATIN GÜZELLİKLERİNE ODAKLAN
Söylemesi kolay, oluyorsa hayat güzel… Zengine daha da güzel… Fakir fukaranın halini sormayın gayri… Gerçekçilik ben bilincinin egosu tavanını aşmışken herkes kendinle meşgulken, duygudaşlık falan hikâyelerimizden bize kalan bir hatırlatmadayken ‘tok açın halinden anlamaz’ özdeyişi haklı çıkıyor bu vaziyette.  Lakin şu gerçekte var,  ekmeğin varsa, bir de kuru soğanın… soğana yumruk salla afiyetle ye…  Mevsimiyse domates ve de ucuzlayınca, zeytinyağı az da olsa bulduysan ekmeğini bandır bandır iştahla ye… Oh mis…  Parası olan etin en pahalısından alırken; sen de kemik al… kemik suyuna çorba kuvvettir unutmadan söyleyeyim. Böylece de protein hesabını çözdün demektir.  “Hayatın güzellikleri” derken: En büyük zenginlik ve güzellik sağlık… Gerisi boş, ötesi diğer bir bakış açısı… Hayatı kendi için yaşayanların çoğaldığı ben merkezli, bireyci bir dünyadasın belki.  Sen yine de birey olduğunun farkındalığında ses ver dünyana… İç sesin seni bir yerlere taşır mı bilmem ama sen yine de iç sesine güven. O ses vicdanın sesi… O ses sen… O ses dış benliğin sesidir.   Seni mutluluğa götürecek olan her neyse ona odaklan ve kendinle konuş. Öbür yandan seni mutsuz edenlerle uğraşma, enerjini boşuna tüketme ve sana değer verene, vakitsizliğinde bile sana vakit ayırana vaktini ver.  Arkadaşlarınla konuş, eşinin dostunun hatırını sor, eski sevgilini hatırla ve hatıralarından aldığın derslerle eskiyi yâd ederken gülümse geçmişine. Seni sen yapan geçmişine el salla… Sevdalarına aşklarına sevgine ve sevgisiz kalışına gücenmeden kendini sevmeyi, kendini iyi görmeyi bir kez olsun dene. 
ARABESK Mİ KÜLTÜLENME Mİ KÜLTÜRLEŞME Mİ?
Sahi neydi arabesk?
Arabesk sözlük anlamı: Arap tarzında yaşamaktır. Bizim entel dantellerin bilgi dağarcığındaki bilgilerince; gecekondu bölgelerinde yaşayanların yaşam tarzıdır. İçinde hep acılar hep yok yoksulluk ve özentiler, imkânsızlıklarla dolu bir yaşam, yaşamın kendisi gibi yaşar giderken yaşadığın biçimdedir. Nadirde olsa gecekondudan seslenen  ‘ben neyim ben kimim ben ne yapacağım?’ feryadında;  şans ve hırs varsa;  yürür gidersin lükse debdebeye. İşte o zaman paranın güldüren yüzü seni kucaklarken Almanya’da Pizza yerken bira içen bir kültürleşmede bulursun kendini. Bilemeyenler buna “arabesk” der. Hemen doğrusunu diyelim: Bunun adı Kültürleşmedir. Sosyoloji “böyle” diyor… Kültürleşmenin yanı sıra ufak bir ince ayrım farkında kültürlenme de var… Kültürlenme kavramı, farklı kültürden veya toplumun alt kültüründen gelen insanların birbirleriyle buluşması sonucu asıl kültür ve alt kültürlerde bulunmayan yeni bir kültür oluşmasıdır. Toplumdaki birey, kendi kültüründe bulunmayan yeni bir kültüre varmış olur. Örnek vermek gerekirse belli bir yaşa kadar köy, ova gibi kırsal kesimlerde büyümüş bir kişinin büyük kente edeceği göç sonrası kentte karşılaştığı kültürler ile kendi köyündeki kültürlerin birleştirmesi bir kültürlenmedir. Bunların öznesi sen ve ben… Onun için kendini ezik hisseden kompleksliye “dur be ya” demesini bil. Akademik anlamda konuş demiyorum ama “ondan sonra, ondan sonracıma “ diyenlere on bir” deyiver.  Hayatın güzellikleri söz eşelemekten değil, onunla gülebilmekte başlıyor çünkü.  Unutmadan; umudu hatırla, umut fakirin ekmeği ya…   Loto toto oyna birkaç saatliğine büyük ikramiye hayali kur… Hayal kurmakta güzeldir ve geçekleştirmek istediğine seni götürür. Eğer inanırsan ve istersen ve de hayallerini gerçekleştirmek üzere çaba sarf edersen umutların büyük bir olasılıkla gerçekleşir. Onun için arabeski bırak, kültürlen sen… Aksi takdirde ve güya duygularımızı dile getiren, ruhumuzu dinlendiren müzik yerine arabesk şarkılarla avunursun. O, kederden, sevgiliye hasretten, kavuşamamaktan beslenirken seni beslemez ona göre. Kaldı ki, arabesk şarkıları sana yıllarca dinletenlerin modası geçti ama o şarkıcılar,  senin dinlediğin o arabesk şarkılarından kazandıkları paralarla dünyalıklarını yaptılar. Onun için arabesk şarkı icatçıları kendilerini parayla beslerken,  sen onlarla beslene biliyor musun ona bak! Sen mutsuzken; mutluluk,  yalandan kederlerde değil ki. Seçim senin. Ya uyanırsın ya da arabeskin bittiği yerde bitmeye devam edersin! Kültürlen kültürleş ama arabeskleşme emi…
SEN MUTLULUĞUN RESMİNİ YAPABİLR MİSİN ABİDİN
Hayat senin hayatın ve salt bu yüzden sana güzellik sunan her ne varsa bul. Gülmeyi hicvetmeyi ve sanatı keşfeden bir bulmuşuna;  hayatın güzelliklerine sevinçle kucaklaş. Kendinle kalmak isterken birkaç kişi olma, yani onu bunu düşünme. “Bencil ol” demiyorum ama kendinle ilgili yapamadıklarını yap. Boş çene yapanlara, bir şey öğrenmediğin insanlara vakit ayırma ki kendine saygın sana kalsın.  Bir çocuğun gözlerindeki naif sevgiyi, dürüstlüğü düşün. O çocuğa, içindeki çocuğa sımsıkı sarıl. O senin en arı en saf halindir çünkü. Sağlığına şükret. Sevdiklerinin sevinçlerine, kederlerine ortak ol ama onların yedek parçası olma. Sen ol ve bul kendini o sendeki sen,  sende hep var. Yaz çiz ve illa ki oku… Kitap oku, okul oku ve bundan sebep göreceksin ki hayatın anlamını daha iyi okuyacaksın.   Yarı aydın kimselere “aman bu da bişe değilmiş” derken içinden sen(!) kendin olmaya başladığınıda göreceksin ve o gözünde büyüttüğün kimselerin gerçek yüzünü de. Mutluluk için reçete yazılmıyor vesselam ama akıl baki olanı fısıldıyor sana. Borç harç biter bir gün elbette… Fakat hayatta bitiyor unutmadan dip not olarak düş alt belleğine.  Ne demiş Nazım Hikmet Abidin Dino’ya : “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” O resmi sen enstantanende yakala ve deklanşöre bas ve gör ve de mutluluk nereden neye baktığına bağlı gerçeğini fotoğrafla.
İŞTE MUTLULUK REÇETESİ
Mutluluk kavramını çözerken iş aş gerçeğine birileri sana “nasıl vaziyet” derken de yılmadan usanmadan iş ara. Bu zamanda iş bulursan aş da bulursun, artık işinin durumuna göre aşın ve hayat tarzın ona göre şekillenecektir. İzmir Büyükşehir Belediye şirketleri kendi internet sayfalarında “iş verecek ve işçi alacak” diye ilan vermiş. Çok iyi hatta pekiyi bir haber bu!  Bundan sebep bu işsizlikte epey insanın yüzü gülecek ama kimlerin? Konusuna vakıf birileri işsiz gezerken, hayatın realitesinde ‘borç harçla’ boğuşurken duyan bilen var mı onları acaba? Şunu bunu bahane edip, salt ünlü diye birilerine ekmek kapısı açılırken; gerçek ihtiyaç sahipleri ve konusunda yeterli ve deneyim sahibi kimseler göremezden gelinmesin hatırlatayım istedim.  Zira bunları da tarih yazar ve yazarlarda yazar… Gerçek yazar nasıl edebiyat tarihine geçiyorsa yoksulluk edebiyatı yapmadan çaresizliğini dile getiren insanların hali de yazılır vakti geldiğinde elbet. “Kafa karışıklığı onun bunun bir şeyler”  demesiyle oluşabilir lakin aslolan, insana saygıyla yaptıklarına bakılmalı o insanın.  Kendi adıma biliyorum ki gerçek aydının seyirci kaldığı bir yozlaşmada yarı aydınlar ve salt popüler kültüre hizmet edenler ve de televizyonlarca ünlenenlerin dünyasında şahsen mutlu falan değilim. Mutluluk benim için ve herkes için sosyal devlet anlayışındaki sosyal demokrasiden bahsedenlerin görüp bakamadığı kavram kargaşasındaki gerçek değil çünkü.  Benim mutluluğum ‘diken üstünde’ olmayan bir yaşamda, borçsuz-haçsız oluşumla ve beni ben yapan işimle çoğalacağım şekil ve zaman ilişkimdeki yer gün ve zamandır.  Hayat gailesiz, hayatın sevdirecek yüzündeki insanların varlığıdır bir yandan da mutluluk. Mutluluk izafidir ama insanın kendi gerçeğine ilaç bulamadığı bir argümandadır çoğulculukta.   Ve en çokta ve de herkes gibi benim mutluluğum kimseye muhtaç olmadan en temel ihtiyaçlarımı karşılamak ve hayatın başka güzelliklerinden farkına varıp her gün umutsuz yollara düşüp, umuda tutunarak umutlarımı ‘un ufak’ etmeyen insanların varlığıdır. Bilmem anlatabildim mi?