Anlat anlat heyecanlı oluyor


ANLATACAK ÇOK ŞEY VAR
Kelimelerin kifayetsiz kaldığı zaman da mı “anlatacak çok şey var” denir ve  dil susar, yürek acır.
Bir de buradan bakalım:
“Gün ışığının hayatı anlatan ışıltısını, sabahın seher vaktinde akıp giden gece karanlığını, sevgiyi, aşkı ve insana dair her şeyi… Yalanı ve sahiciliği, adam olmamış adamları, kadın sevgisinin değdiği her eli, çocuk gülüşündeki naifliği, hayat gailesindeki insan hallerini, sevgisizliği, vicdanını nereye kaldırdıklarını bilmediklerimin gerçek yüzlerini, almadan verenleri, “hep bana rab bana” diyenleri, annelerin sevgisini, aşkın albenisi… Sevda ile gelen gönlü… Anlatmak istiyorum dünyaya seni…” dedim durdum naçizane.
Refah ile yaşayanla bir lokma ekmeği bulamayanlar arasındaki yaşam farkını yaşayarak öğrenmeyenimiz yoktur. Burnumuzda buram buram kokan ekmek kokusu; ekmeğin hasıdır. İnsanın hası da yolu insan olmanın kıstasından geçen, bariz görünmeyen fakat varlığı gün ışığı gibi aşikâr tutulmayan ama içimizi ısıtan “vicdan” denen olguda değil mi?
DEĞİŞİK TİPLER
Sana söz hakkı vermeyen, akıl veren hatta onunla kalmayıp kendi aklının yettiğini dikte edenler ne de çok olmuş ta(!) olmuşlar mı? Bu gibiler ezikler, ezik egolarının altında ezilirken; seni yok sayar, kendini birinci en birinci palanda görürken de zevkle seni ezmeye yeltenirler bilmez misin?
Negatif tipler var:
Negatif enerji verenlerin ibadullah olduğu bir görünende sen istediğin kadar pozitif ol, o negatifin seni aşağı doğru çektiğini hissedersin. Çünkü insansın yine sen. Kavgaya hazır kavgacı ruh ve kötü bir bakış bile bizi etkilerken bu gibileri nasıl pozitif insana dönüştürürsün; orasını sen düşün. Ha gayret… Gerçi bu gibilerden fazla bir şey bekleme ve negatif âleme çalışan ruhlarda var bunu bil.  Dolayısıyla bu gibiler bildiklerini okurlar. Hıra güre devam yani…
İçten içe kıskançlara da dikkat etmek elzem. Kendinde göremediği meziyetleri sizde gören o haset, “hasedinden çatlarken” aman dikkat edin sizi de çatlatmasın sinirden.
Size söz hakkı tanımayan ve ikide bir lafınızı kesen kelamları dolandırıp duran, konuyu uzattıkça uzatanlar,  benim ruhumu sıkıyor ve tekrarları dinlemek istemiyorum şahsen. Ya siz? Benim egom burada uyandı ve ona “sus artık” diyorken ve o kişi karşımdayken kulaklarımı tıkamak istiyorum; kafamı bu boş lakırdılarla yormak istemiyorum.
Değişik tiplerden bazıları da yalanla yaşayanlardır.  Bu gibi değişikler, muhtemelen hastadırlar.  Yalan söyleme alışkanlığı bir hastalık belirtisidir çünkü. Öte yandan hayal âleminde yaşayanlar var ki ömrü hayal dünyasında geçer.
Açgözlüleri hiç sormayın gayri… Ama değinmeden geçemeyeceğim: Bu gibilere istediğiniz kadar verin, doymazlar! “Hep benim olsun, sen ne olursan ol” derler.
Aynı tornadan çıkmış gibiler de var
Burunlar hep kalkık… hatta kemerli burun yok gibi.  Yüzleri geniş mi artık tombul mu ne! O her kimsenin eski halini biliyorsanız, afallarsınız değişimine. Değişiminde böylesine “pes” dersiniz. İfade gitmiş, değişim değişikliğine ve genç ve de daha güzel görünme uğruna.  Tam da bu noktada eskilerin sözünü hatırlamaz mıyız? “Değiştirme gibi olmuş bu!” derdi eskiler. Eski yüzünü bildiğiniz arkadaşınızın mimikleri yok ve “bunun şimdiki yüzü mü eski yüzü mü doğru?” algısı uyandırır sizde.
Kaşlar, yukarı kalkınca daha bir iyi mi oluyor? Çok kadınlarımızın kaşlarının  ‘yay gibi’ olduğu zamana inat, kaşlar havaya! Neredeyse alnı aşacak bir kaş şekliyle hanımlar birbirine benzer oldular…   Yapay bir görüngüde olan yüzler, birbirinin aynısı olmasa da benzer oldular birbirine. Cabası şiş yüzler, gergin ciltler ve  dolduruluş dudaklar ve inceden kalına geçmiş dudaklar.  Üstelik iyi dolgu malzemesi kullanılmamış  dudak;  fiske fiske kabarmış halde.
Estetik güzeldir lakin başlı başına her yana bulaşmış estetik, estetik olmaktan çıkmıyor mu sizce?  İnsanın özünü inkar eden estetik,  güzel mi?    Allah vergisi orantılı yüz gibisi var mı? Burun estetiğinde deformasyon varsa neden olmasın ama durduk yerde buruna, ağıza şekil vermesi ve bununla kalmayıp “bu artiste benzeyeceğim ”diyen tiplerin görüneni bu ve   iyi de durmuyor.  Sahte gibi yani.
Ses sanatçılarımızın sesleri de birbirine mi benzedi ne!  Tıpkı Özdemir Erdoğan’ın yıllar öncesi tespit ettiği gibi. Ses rengi kişiye özel ama nerede Yaşar Özel… Nerede Safiye Ayla… Müzeyyen Senar ve Zeki Müren… Ve de Barış Manco….  Kadife ses kendine has öz ve yorum ve de besteler…   Daha birçok ses sanatçımız var kendilerine özel ve kendileri gibi.
Fırsatçılar
Fırsatçılar ve kötüler her daim var ama iyi insanlar da var bu dünyada. Garibi kimsesizi kollayan, bir lokma ekmeğini paylaşan insanlarda var…
“İyi insanlar mı değişik, kötüler mi?” diye sormaz mıyız kendimize.
Haddizatında insan olma erdemleri üzerinde toplanmış ya da toplanmamış hayata farklı bakan kimselerde; moda bir laf sıkışıklığında ve çok kullanılan neyi nitelediği belli olmayan “değişik” yakıştırması var ya…  Onu da tepe tepe kullanın çünkü toplumda çok değişik tipler var. Değişik iyidir bir bakıma lakin aşırısı tuhaf kaçıyor.
Saçı başı değişik ve al sana fizik’en kendini değiştiren değişik!  Dünyayı algılama anlamlandırma biçimi farklı başka bir tip. Bir başkasının  da kafasının içi değişik!
Mevsimler değişik, çiçekler değişik… Hayata can veren insana sunulmuş; meyveler değişik, sebzeler değişik… İnsana has güzellikteki yüzler değişik, hayatlar değişik ve bize değişik gelen her ne varsa değişimden mi değişik, o öyle istediği için mi değişik?
Altın değişik, pırlanta değişik… Dolayısıyla para da burada değişikliğin debisi olmuyor mu bu vaziyette? Genç ve yaşlıya göre değişik, ihtiyar gencin değişeceği bilincinde. Değişik bir insan; değişik bir felsefede seni çoğaltırken, öbür değişikte muhtemelen seni eksiltir ona göre.  Kulağının arkasında bulunsun bu hatırlatma.   
ANLAT ANLAT HEYCANLI OLUYOR
Sana, bana ha-bire vaat sıralayanlar hep olmuştur ve olacaktır da. Kendi hayallerine ortak arayan birileri sana da kendi başrolünü çevirdiği filminde  ‘figüranlık rolü’ biçmiştir, bundan emin ol. Sende onun hayal âlemine dal ve “anlat anlat heyecanlı oluyor” deyiver de heyecana hafif bir alay vurgusu kat… İşte senin de egon, “ oh be ya, ben de varım” desin. Bizim kuşak, çok konuşan uçuk kaçıklara; “anlat anlat heyecanlı oluyor” derdi ya o güzellik… Hem ona güzellik, hem sana yani.
Yani’si, ‘yahni yemeği’ değil yani.  Gerçi ‘yahni yemeği’ de hayal bu et pahalılığında. Hatta yeni geçen Kurban Bayramı’nda bile ‘yahni yemeği’ yapıp yiyemediysen;  ucuzlayan kuru soğan ve domatesle salata yap kendine, ‘yahni yemeği’ yerine geçmese de idare et artık.    İş bekleyen insanların olduğu Kurban Bayramı tatili bitti ama beklemek hali hazırda bitmedi. Sana iş vaat eden kimselerden medet beklerken sen,   onun havale ettikleri sana masal anlatıyorsa, “ anlat anlat heyecanlı oluyor” der misin bilmem ama “bu işin heyecanı kaçtı” dersin ve kırılırsın.
“Kırmayın beni umutlarımı…” dersin için için ağlayan sessiz çığlığında… Burnu çekersin küçük bir çocuk gibi… Gözyaşlarını silen annen de yoksa “ bana masal anlatma” dersin o hislerinle onlayan seni yok sayana.