O hep haklı o herşeyi bilir sen kimsin… O biliyor işte


Kendisini dünyanın merkezi görenler varken sus pus olan bir yürek olma sen güzel kardeşim
Bazıları hayatının bir döneminde kendi mantalitesini yaratan ve yaratmakla kalmayıp, hatta daha ileri gidip ‘hayatınızdakileri size dikte’ etmekte! Üstüne üstlük sizin hayatınızda; kendini söz sahibi görenlerdir.  O kimse her bir şeyi bildiğini sanır. Bilgiçlik taslamasını geçtim,   kendiniz için aldığınız nihai kararlara müdahale hakkını da kendinde görür.  Eline düşmeye görün! O kimse sesini yükseltirken,  sesinizi kısın…   Arada bir dayanamayıp cevap verin de gününüzü görün. Her konuda fikir sahibi kontrolle kuşanmış ben merkezli ‘ego’ da sizi üzen birileri her zaman olmuştur. Siz izin verdiğiniz için mi? Hayır ama o öyle işte! Üstelik o kişi, karşıdan bakınca cahil biri gibi görünmüyor.  Görmüş geçirmiş ve gün yüzü görmüşte. Ama babadan ama anadan… Yok, yoksulluk nedir bilmemiş…   “Empati yapayım” derken sempatiklik için konuşmuşta; konuşmuş… Seni senden çok düşündüğüne inandırmış seni bir kere. Gelgelelim gördüğün yaşadığın bu dengesiz davranış biçiminde sen düşüne dururken; duygusal zekân devreye girmeli. Aksi takdirde; onun bunun değişen ruh haline göre yaşar gidersin bu dünyada! O çokbilmişe cevabın:  “ Kendi işine bak sen” demeye gücün yeterse ne ala… Ah be kardeşim çıkmaz sokaklara girdin biliyorum. Lakin bir yolu olmalı ve o yolu bul ve çık o sokaktan...
ARKADAŞ ARKAM
“Arkadaşlarım ne çok” diyorum ve seviniyorum… İşte bu arkadaşım, bir yerim ağrıdığında ilaç, öbürü konuşma ihtiyacımdaki “ağlama duvarım”, öteki beni seven ama bir o kadar da yaralayan biri. Bir başka ötekileştirmediğim ama beni ötekileştiren biri.  Üstelik  “egosu” yüksek “benim de ben “ diyen bir arkadaşınız varsa silin gitsin. Sanal dünyadaki arkadaşları sildiğiniz gibi silin. Aslı ve astarında arkadaş, arkamı döndüğümde arkamdan iş çevirmeyen, dedikodumu yapmayan, açık aramayan, beni olduğum gibi seven, sahte olmayan, sahici biri…
Var mı böyle arkadaş?
Hayatına dost, ruhuna dost ve beraber güldüğün… Yüzüne bakınca halinden anlayan, fiziğine gelmişine geçmişine mana bulmayan, kıskançlık nedir bilmeyen…
Var mıdır?
Var var… Egosunu beslediğiniz sürece var elbette…
Lakin anne gibi menfaatsiz arkadaşlar da var. Gözünüzden özünüze akıttığınız yaşı gören arkadaşlar var.  Ağladığınızda gözyaşınızı silen, sizi olduğunuz gibi kabul eden yüce yürekli arkadaşınız da var…
TOPLUMA BAKALIM
Eleştiri iyidir ve olmazsa olmaz da aşırısı yoruyor hatta öte geçip sizi iyice aşağıya çekiyor… En son söylenecek lafı dangalakça söyleyenlerin “bu öz güveni nerden geliyor” diye soracak olursanız “hamdolsun” diyemeyeceğim.
“Bak kardeşim pozisyonum bozuk biçimde ve kendi gerçeğimi senden daha iyi biliyorum ve de kendime çaresizlikte çare arıyorum… Anla artık… Sen iyi pozisyonunun keyfini çıkarırken ezme beni be…” dedin de ne oldu?
Değişen bir şey yok…
İşte bu(!) işte insan modeli ve şekil zaman ilişkisindeki bulunduğunuz çevre ve toplumla kurduğunuz iletişimin gücü. Aşağı yukarı bazıları ve nedense “ben senin iyiliğine konuşuyorum” der güya seni senden çok düşünüyormuş palavrasıyla.  O gibilere şaşkınlıkla bakacağınıza siz şaşırtın onları ve silkelenip kendinize gelin… Aklınıza fikrinize hükmedenlerden en iyisi mi kaçın. Aksi takdirde; çaresizliğin koluna girmiş umut tükenirken akıl da alt belleğinizin yazdıkları içinizi sızlatır durur!  
 O herkimse, kendi realitesini anlatırken; rahatlar…  Onu dinlersen vay haline!  Kısır döngüde döne döne yere yığılma.  Düştüğün yerden doğrul ve hayata sarıl. Onun düşüncelerine aldırma ve kendi yolunu kendin aydınlat. Toplumsal çöküş kendini senden benden, bizden soyutlayıp üstünlük taslayan ‘ağzı az biraz laf yapan’ ve sadece kendini düşünen, paylaşmanın erdeminden nasiplenmeyen insanla başlar çünkü.
Hâlbuki ve bilinmez mi ki; “komşu komşunun külüne muhtaçtır” atasözüyle doğrulanmış gerçekte insan familyasında her insan birilerine muhtaçtır. Hasta doktora, adalet herkese, işveren işçiye, mobilyacı ağaca, tüketici topraktan ekmeğini kazanana, siyasetçi senin oyuna, yazar ve sanatçı seni çoğaltmaya ve kendini seninle beslemeye ve de tüm bunlardan sebep dünya benle değil, senle değil, bizle hepimizle var olur be güzel kardeşim…
KONTROLCÜ BELEKLİ KİŞİ
“Sen bunu neden yaptın” der birileri… Ay çok kilo almışsın biraz zayıfla! Ya da çok zayıfsın hasta mısın” diyerek psikolojini bozarken;  kontrol eder alt belleğini  insaf noksanlığında.
“Evini taşı, mobilyaların yerini değiştir, yaşam tarzın falan… Kızın veya oğlun varsa; okulunu, terbiyesini, işini ve daha da ileri giderek; kocan varsa kocanı değiştir gitsin…” der “hangi hakla” demeden sen.  Onun bilip, senin bilemediğin(!) ne varsa artık…
Yemek tarzını, sosyal hayatını ve olmazsa olmazlarını değiştir ki damdazlak ortada kalasın, “ben de bir oh çekeyim” demez mi der mi?!
Hani kabuk bağlayan yaranızı kaşımak istersiniz ya(!) o yara geçecekken ve yaranız kaşınırken dayanamaz o yarayı; kaşırsınız ya,  kanar... İşte o vakit, bilinçaltına ittikleriniz burada yüzleşirken sizle, “bilinçdışından gelenlere eyvallah” derseniz ve kabullenişe girersiniz… Veyahut size gelen tüm negatiflikleri ret ederek;   düşünen bir akla sığınırsınız ilahi bir döngüde.
O kontrolcüye; beni kontrol edeceğine “kendi egonu kontrol et” dediyseniz ne ala…  Kırılmış gönlünüzü, sevin ve onu yeniden güçlendirin…  Hem takma akıl sizi akıllı yapmaz! İç sesinize güvenin… Fikrinizin ince gülüyle aklınızı sevin…   Özgür bir ruhla gönlünüzdeki sevgiye “merhaba” diyerek gülümseyin umuda.
İşte o vakit; had bilmez,  hal bilmez ve halden anlamaz egolar sizi ezemeyecek, üzemeyecektir.
Şems Tebriz-i’inin Mevlana’ya söylediği söz ile konuyu bağlayalım:
Mevlana, Şems’e sorar:
“Kim olgun insan olur? Kim olgun insan değildir?”
“ Olgun olmayan insan, hal biliyordur ama halden anlamıyordur. Oysa olgun kişi, hem hal biliyordur hem de halden anlıyordur.”