Bana felsefe yapma


Çokbilmiş ya da az biraz bilmişlerden ve hemen herkesten duyduğumuz bir kavram vardır. Akıl mı verdiniz, yol mu gösterdiniz birilerine! Hele ki cahil birine hayatın anlamını felsefi bir biçimde mi aktardınız artık orasını bilmem ama “Bana felsefe yapma” diyenleriniz, diyen birileri hep olmuştur.
Felsefi açıdan bakınca felsefecilere ‘taş çıkartan’ söylemler gırla gidiyor toplumda. Toplumu iyi tanıyan okumuş ve yazmış kişiler, ‘oryantalist’ sözcüğünün kültür değil de ‘oryantal dans’ sananların aksine; felsefenin özünün ‘sevgi zekâsı’ olduğunu bilir. 
Peki, o zaman neymiş bu hayatımıza girmiş ve toplumda makara yapılan analitik gerçek?
FELSEFE
-Felsefe esas olarak düşünmeye ve sorgulamaya istekli insanların aralarında gerçekleştirdikleri ve zihinsel alış-veriş süreçleri içinde karşılıklı tartışmalarla ortaya çıkabilecek dinamik bir olgudur. – Yunanca ‘filosofia’ kelimesinden türeyen ‘felsefe’ terimi “bilgelik sevgisi” anlamına gelir. - Cansız, soyut kelimeler yığını olmaktan ziyade; düşünen, fikir üreten ve fikrini birbirine aktaran insanlarla birlikte nefes alan bir araştırma türüdür. -  Felsefe, tıpkı bilim, sanat ve din gibi dünyaya ilişkin algısal deneyimlerin “ötesine geçerek” veya “üstünden bakarak” dünyayı ve varoluşu anlama ve anlamlandırma etkinliklerinden veya alanlarından biridir. 
SOKRATES
İşte bu açıdan ilk filozoflardan Sokrates, “ Sorgulanan bir hayat sorgulanmayan bir hayatın aksine çok değerlidir” demiştir.
Felsefeyi bir eleştiri ve sorgulama etkinliği, bir tartışma faaliyeti anlayıp, neredeyse bütün bir hayatını insanlarla felsefe tartışarak geçirmiş olan Yunanlı düşünürdür.
İlk Felsefecilerden Sokrates’in felsefenin önce insanı temelinde anlayıp, anlamlı kılma çabası değil de nedir?!.. “Hiç kimsenin bir başkası yerine ölmeyeceğini anlayıp ölümü olduğu kadar hayatı da kendine kılmaya çalışmak” burada göz kırpıyor çünkü sana ey insan…
Fakat ve ne yazıktır ki öldüren sevgi zekâsı ve çoğaltan  sevgi zekâsından gelen felsefeciler:
SOKRATES, genç zihinleri bulandırdığı gerekçesiyle mahkemece yargılanmış, onu susturmaya çalışan otoritelere karşı çıkarak, felsefe yapmaktan vazgeçmediği için ölüm cezasına çarptırılmıştır. İşte ortaçağ zihniyeti… İşte felsefenin doğuşundaki ödenen ilk can bedeli ve de ortaya çıkan onlarca Sokrates’in öğrencisi Aristoteles ve birçokları ve bizdeki felsefeciler: İbn-i Sina, İbn-i Haldun, Gazali ve çokları; çoğalttılar insanı felsefe ve öngörüleriyle.
SENİN FELSEFEN BENİM FELSEFEM
“Benim felsefem budur” der felsefenin yanından yamacından geçmemiş biri. “İçinde sevgi zekâsı barındırmayan felsefi sözcük ve dünya görüşü olabilir mi?” diye sormamak olmaz. Akıl yürütme her aklı olanın bir dahası. Dahası daha dahası var: Neymiş efendim? Felsefi bir zihin tutsak bir zihinden farklı olarak ifade edilirse dünyada ne var ne yok bilinmez mi? Filozof,  akıl yürütme ve çıkarım ve de yaşamı sorgulamayı felsefenin alt dallarından olan mantıkla yapar. O zaman mantık ve felsefe ayrılmazdır insandan. “Rengârenk kişilikler ve kuramcıların akılları ile orantılı birçok söz dizimi ve mantık manifestosunda insanların ince ruhlu ve medeni yapan alt yapı buradadır” diye düşünmeden edemiyor insan.
İşte bu ince çizgide; insana dair olanda beklentisiz bir dünya olmayacağı gerçeğinde ‘iç benlik’ burada devreye girer ve baş olanlar,  “soğan başı” olmadıkları gerçeğinde; sevginin pınarından akan insanı insan yapan değerlerde; ‘dış benlikle’ buluşabilirler. 
DÜNYA NİMETİ
Benim felsefem de dünya nimeti de var. “Olur mu” demeyin… “Olmaz da” demeyin. Ya fakirlik edebiyatıyla besleneceksin ya da ayağına kadar gelmiş fırsatları akıl ile değerlendireceksin. Ama burada şans faktörü de var. Peki, şans mı kader mi daha etkin bu hususta?
Yaşam deneyimlerinden, aklımın yettiği, eğitimle süslediği ve dünyayı algılama biçimimden ötürü yaptığım saptamada; şans var da, kaderden doğan bir şans var insanın hayatında. İşinde yükselmek şansla olmaz, mutlaka çaba göstermek gerekiyor ki, “işin  aynan olsun…”
Lakin iş bulmak öyle mi ya!?  İş buldun mu şanslısın zira “ekmek aslanın ağzında” ya!  Kolaysa çıkar aslanın ağzından  o lokmayı… Eee zor yani…   Bir de “zor,  gücü yener” saptamasını  unutma.  Bak şimdi ve sözümü sonuna kadar dinle kardeşim: “Olmaz dediğin neler oluyor bu dünyada” derlerken olmazı oldurur musun (?) bir lokma ekmeğin derdindeyken… Öte yandan da hasta düşmezsen ne ala. İşte tam bu fotoğrafta “her şey geçici” diyebiliyorsan ne mutlu sana… Teslimiyettesin besbelli.  Onun için isyan etme ve kadere teslim et kendini. Belli ki kaderci bir zihniyette felsefi zihniyetle bir açıda buluşmuş… Biri “insanı sev” derken öbür biri, “ insanı sev ve sabret” diyor.
Fransız Kraliçe Marie Antoinette “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” demiş güya. Gelgelelim Rosseau kitabında bahsetse de kitap yayın tarihiyle Maria Antoninette’nin yaşı çelişir.  Yani kim demişlerde; çelişe çelişe  tarihi sözler “kim ve kimler tarafından söylenmiş” diye ikilemde kalır.  Eh artık 18 yy sonlarından bugüne gelene dek “sözler uçacak ve yazı kalacak” diye boşuna dememişler… Bu arada savım gerçekleşti. Artık bir kavram daha kesinleşti ve ben de pasta yiyenlerden oldum.  Geçen akşam İzmir Karşıyaka da; Belediyenin işlettiği bir kafeye arkadaşımla gittim. Meşhur Bostanlı Pazarı dönüşünde;  karnımız acıkmıştı ve yoğunduk. Arkadaşım kendine Pizza almış ben de yer kapma, yerden olmama yüzünden masa bekçiliğindeyim. Yeme içme konusunda uyuzum, her şeyi yemeyen;   “yemem de yemem” diyenlerden.  Arkadaşım, benden masa bekçiliğini devraldığında 3- 5 dakika geçti ki yemek bitmiş!   “Kısmetsiz kedi kurban bayramında aç kalır “ derdi rahmetli babacığım. Aç ta olmuyor yani. Cam vitrinden bana bakan ve “beni al” diyen pastaları görünce açlığım yatışır gibi oldu. Çay ve kekte aldım, açım ya! Yemek niyetine pasta ve keki yedim. “Artık bulduğunla yetineceksin” dedim kendime.  O kafede akşam saat on gibi mutfak servisi kapanıyormuş. Olur mu ama? İşten yorgun argın gelen ve bir lokma yemek yemek için giden insanlar o tıklım tıklım açık yaz kafesinde çayla çörekle mi karın doyuracak?  Kaldı ki şimdi yaz, gece geç saatler kadar o serinde; keyif çatamayacak mıyız? Gelgelelim üstüne tuzu biberi; yeme içme fiyatları da oldukça pahalı, biraz daha herkesin yiyip içebileceği ve cebini yakmayacağı bir indirimde olsa eyvallah…
BENİM FELSEFEM
Her şeyin başı sağlık… Her ekmeğin sofraya gelişi bin bir emekle ve işle. İş olmazsa aş olmaz, aş olmazsa hayat durur ve insanoğlu açlıktan ölür.
Peki, iyi güzel de iş nerede? Orada bir köy var uzakta… Bu hayal bizim hayalimizdir… Yemesek de, içmesek te, umut bizim umudumuzdur…
Psikolog ve kuramcı; Abraham Maslow’un  ihtiyaçlar hiyerarşisi en başında yeme içme barınma ihtiyacı var. Aksi de olamaz zaten.  Demek ki: Önce iş sonra aş… Ve yaşam…
Hadi o zaman iş arayalım ve bize iş vermeyen o bizleri görmezden gelen görmezleri; Hegel’in diyalektiğini güdüyle, Alport’un sosyal etkisiyle, Freud’un saldırgan içgüdüsel davranışlarından ayırıp; dışımızdan bize yansıyanlarla karşılaştıralım.  İnsan olmanın gerekliliğinde yararcı insanlara bir selam gönderelim… “Senin karnın tok, sırtın pek” ya benimki? Onun ki? Bil istedim…  Benim felsefem bu işte! “Yaşamda aç kalmadan, aç olanları görerek ve onlara ekmek uzatarak değil, iş vererek yaşamak…” Ve de önemle: “Sorgulanan hayat, sorgulanmayan hayattan değerlidir”, sözünü hatırlayalım, kendimizi de bize reva görülenleri de sorgulayalım…